Aikido’nun “Kartalı” Nobuyoshi Tamura İle Söyleşi
Merhaba, Sensei. Budo ve Bujutsu arasındaki fark nedir ?
Başlangıçta teknikler kazanılmış zaferlerin tekrar gözden geçirilmeleriyle doğmuştu. İlk kumitachi’ler (iki kişinin karşılıklı kılıç çalışması) de böylece yaratıldılar. Bu sayede hangi tarz saldırıya ne şekilde karşılık vermek gerektiğini keşfettik. Yavaş yavaş teknikler birleştirilerek antrenmanla takip edilecek bir yol oluşturuldu. Buna karşın amacın anlamı kişiden kişiye değişmekte. Kimine göre bu yıkıcı bir güçken kimine göre bu barışa yönelten bir güç. ”Jutsu” tekniği, “Do” izlenen yolu ifade eder. Bir “Jutsu” çalışmak sonu kendinde biten ve bir amaca ulaşmak için bir teknik öğrenmektir. Bir “Do” çalışmak içimizdeki insana doğru bir yol takip etmektir. Bir yol ki herkes takip edebilir ve herkesin takip edebilmesi için yaratılmıştır. Shintoizm ve Budizm’in de temellerinde bu düşünce yatmaktadır. Günümüzde maalesef çoğunlukla bu temel felsefeden uzaklaşıyoruz.
Kimi hocalar Aikido eğimi verirken Zen’i bir referans olarak alıyorlar kimileri de Shinto’yu…Bu konu hakkındaki düşünceniz nedir ?
Bütün bunlar doğru. Japon kültürü dojolarda hayat bulmuştur. Bunu ne sınırlandırabiliriz ne de bölebiliriz. Her şey birlik ve uyumlu bir birlik içinde yerini bulur. Biri öldüğünde cenaze töreni için bir buda rahibi gelir; bir evlilik töreni shinto geleneğine göre yapılır vb. Gerçi günümüzde artık daha fazla sayıda genç kiliselerde evleniyor (gülüyor). Bu, bunu ciddi bulmayan batılılarca yanlış anlaşıldı ama Japonya’ da gayet doğal bir şeydi. Bir Japon doğarken zen’i, shinto’yu anlayan bir çevre içindedir. Eğer Budo’nun entelektüel yapısı bilinmiyorsa öğrenilen salt bir savaş tekniği olarak kalır. İşte bunun için Japon kültürünü oluşturan fikir üzerinde çalışıldığı takdirde Aikido’yu anlamak daha kolay olacaktır.
O halde size göre Aikido’yu anlamak için Japon kültürünü bilmek gerekir ?
Tabii ki vazgeçilmez bir koşul değil ama çok daha hızlı ilerlemeyi sağladığını söylemeliyim; bu yadsınamaz. Dil örneğini ele alırsak örneğin bir Japon için, yeni başlayan biri bile olsa, “shiho nage” dediğinizde kolay anlar. Bu durumda tekniğin adını duyduğunda verdiği fiziksel tepki çok daha doğru olacaktır. Bilecektir ki bu dört yöne atıştır; bundan sembolik olarak her yönün kastedildiğini kolayca çıkaracaktır. Irimi’yi “giriş” olarak çevirebiliriz ama bu havada kalan bir ifade olur ve tekniği tam olarak istediğimiz gibi dile getirmez. Aynı şey “hitoemi” ya da “sankakuho” gibi örnekler için de geçerlidir. Bir Japon bunları çoğu zaman içgüdüsel olarak anlayacaktır çünkü bu ifadeler geniş ve anlaşılması oldukça güç olan kanjilere bağlı ifadelerdir. Şöyle düşünün bir İngiliz edebiyatı öğrencisinin Shakespeare’in Fransızca çevirilerine bağımlı kalmaktansa İngilizceyi öğrenmeye çalışması her zaman daha çok işe yarar (gülüyor).
Fransa’dan Japonya’ya ABD’den Kuzey Afrika’ya kadar bir çok ülkede dersler veriyorsunuz. Ders verme şeklinizi gittiğiniz her ülkeye göre değiştiriyor musunuz ?
Her ülkenin kendine özgü birer kültürü var ama bütün öğrenciler Aikido çalışıyorlar ve bunun için de bir ve ortak bir yolda yürüyorlar. Ben gösterdiğim şeyleri herkesin anlayabileceği şekilde göstermeye uğraşıyorum. O kadar da çok farklılık yok aslında. Ben basitçe, öğrencilerin sorularına yanıt veriyor, düzeltilmesi gereken noktaları görmeye çalışıyorum. Bu durum dersin yapıldığı yere göre değişkenlik gösteriyor tabii ki ama Aikido ’nun özü hep aynı kalıyor. Elbette ki kimi zaman bazı kültürel detayları anlatmak gerektiği olabiliyor. Örneğin Müslüman ülkelerde öğrencilere “seiza” da selam verirken suratları ekşiyor. O zaman onlara bu selamlama şeklinin Japonya’da bir saygı ve minnet ifadesi olduğunu açıklamak durumunda kalabiliyorum.
Bir süre önce üst kuşaklar için verilen (4.Dan ve yukarısı) bir staj sırasında ben oturarak bazı şeyleri açıklarken bir katılımcı ayakta durarak beni dinliyordu. Bu durum Japonya’da meydan okuma olarak algılanır. Batıda bir bayan veya önemli biri geldiğinde yerinden kalkılır. Öyleyse en önemli kişiler oturanlardır. Japonya’da tam tersidir, en önemli kişiler ayakta olanlardır. Bunlar küçük şeyler gibi görünse de aslında hiç aklınızda olmamasına karşın yanlışlıkla sizin saldırgan bir tavır içinde olacağınız izlenimine neden olabilir. Şayet doğru algılanılmazlarsa çabucak yanlış anlaşılır ve bir tatsız bir olaya neden olabilirler. Bu gibi yanlış anlamalar ancak açıklandıklarında ortadan kalkarlar. Bu nedenle karşınızdakinin kültürünü tanımanız gerektiğini düşünüyorum.
Günümüzde Japon gençleri geleneksel öğretilere olan ilgilerini kaybetmiş görünüyorlar. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Bizim zamanımızda savaş sanatları dersleri okullarda zorunluydu ve spor dersleri yerine geçiyordu çünkü jimnastik dersi diye bir şey yoktu. Barfiksin etrafında dönen bir spor öğretmeni okuldaki öğrencileri gerçekten çok etkilerdi (gülüyor). Kız öğrenciler “Naginata” erkekler ise Judo ve Kendo çalışırlardı. Bu bizim için alışılmış bir hayattı. Şimdiki gençler savaş öncesi Japonya’yı ve onun ruhunu bilmiyorlar. General Nogi gibi kişilikler ve onların temsil ettikleri değerler şimdilerde hiç bilinmiyor. İnsanı geliştirmek için oluşturulan “yollar” ve korunması gereken geleneksel değerler günümüzde onların gözünde geçerliliğini yitirmiş durumda. Öte yandan bu “yollar”ın kalbi olan “reigisaho” (etiket, davranış biçimi) gitgide önemini yitiriyor ve bu disiplinleri öğrenmek boks öğrenmek ile aynı kefeye koyuluyor. Kendo’da artık Judo gibi müsabakası olan bir “spor” haline dönüştü.
Gerçekten de günümüzde Japonya’da dövüş sporları, savaş sanatlarına göre gençler arasında çok daha popüler.
Bu doğru. Kuralların çok kısıtlı olduğu, her şekilde vuruşun serbest olduğu bu sporlar henüz gerçek bir tehlike değiller. Bu disiplinler, “yaşam” ve “ölüm” gibi kavramlardan tamamıyla yoksun.
Eskiden salt bir bokken ile dövüşen bir samuray hayatını tehlikeye atardı. ”Shugyo”ları, antrenmanları onları yaşam ve ölümün sınırlarında yaşamaya alıştırırdı ve bütün fark da buydu. Bugün ise sporcular her şeye hazırlar; madalya kazanmak için doping yapıyorlar, aldatıyorlar…Bugünün gençleri artık Budo ile ilgilenmiyorlar hatta ne olduğundan bile haberleri yok. Budo’yu yaratanlar çok uzun zaman önce yok oldular fakat ben yine de bu “yolları” kurtarmanın bir yolu var mı acaba diye kendi kendime sormaya devam ediyorum. Neyse ki bugün hala Kuroda gibi hocalar hala burada ve Japonya’da bu mirasa sahip çıkmaya devam ediyorlar. Şüphesiz ki bu insanlar sayesinde bu öğretiler devam edecek. Japonya Meiji dönemine girdiğinde de birkaç on yıl boyunca bu öğretiler neredeyse yok olmuşlardı ve o zamanlarda video yoktu ve çok az yazılı eser vardı ki onlar da anahtarsız okunması çok zor eserlerdi.
Aikido’da silahlı eğitim önemli midir ?
Aikido’yu O-Sensei yarattı. Ve Aikido’yu her gösterdiğinde silahları kullanırdı. Kullanılıp kullanılmaması gerektiğine kara vermek takipçileri ve öğrencileri olarak bizlere düşmez. Eğer Japonya’da olsaydık bunu sormak bile sizi hemen aptal yerine koymalarına neden olurdu. (gülüyor).
Acaba O-Sensei Aikiken mi yoksa Aikijo terimlerini mi kullanmaktaydı ?
Özel kelimeler kullanmazdı. Sadece bir silah alır tekniği gösterirdi. Fırsat buldukça “shochikubai no ken” ifadesini kullanırdı. (Çamdan,bambudan ve erik ağacından kılıç ) Japoncada çam; ”matsu”, bambu; “take” ve erik ağacı; “ume” kelimeleri varsıllık ve mutluluğu sembolize ederler. Çam uzun yaşam ve dayanıklılığı temsil eder çünkü bütün bir yıl boyunca yeşil kalır. Yaprakları yin ve yang gibi ikiye ayrılmıştır fakat birliktedirler ve aynı zamanda “musubi” (armoni, bağ) kavramını temsil eder. Bambu aynı anda hem gücü hem de esnekliği temsil eder ve enerji dolu bir coşkuyla gökyüzüne doğru uzar. Erik ağacına gelince o da kışın en soğuk zamanında yeşerir ve bize hayatımızda karşılaşabileceğimiz zorlukları gösterir. O-Sensei teknikleri uzun uzadıya anlatmazdı fakat kılıç çalışırken bu konseptleri yaşatırdı.
O zamanlar hiçbir şey anlamıyorduk ve sadece hareketlerini anlamaya, yer değiştirmelerini izlemeye ve ellerinin aldığı şekilleri taklit etmeye çalışıyorduk. Karşısında çalışırken de fazla bir şey anlamıyorduk çünkü enerjisi içinde kayboluyor , kaybolduğumuzu hissediyorduk ! Bazen derste dalga geçmeye kalkışırdık ama o anda O-Sensei birden arkasını döner ve bizi adeta yerimize mıhlardı. Belki de bizi yakalamak çok kolaydı çünkü o başını bize çevirdiğinde hepimizde suçlu olduğumuzu ele veren bir ifade oluşurdu (gülüyor). Ama çevresinde olup biteni hissetmekte ve konuşulanları duymak konusunda çok güçlüydü.
O-Sensei bize atak yapmamızı söylerdi fakat farkına bile varamadan kendimizi darbeyi çoktan almış ya da kesilmiş olarak bulurduk. İstediğimiz kadar olanca dikkatimizle onu takip edelim hiçbir zaman onu şu ya da bu teknikleri ne zaman yapabildiğini anlayamazdık. Hep dernerdik fakat her defasında kendimizi kesilmiş bulurduk ! Tıpkı ne sizi anlayan ne de sizin onları anlamadığınız insanlarla çalışmak gibi (gülüyor).
Aikido’nun silah tekniklerinin kökeni nedir ?
O-Sensei Aikido’nun Ken tekniklerini çeşitli kaynaklardan ve kişisel araştırmalarından yararlanarak ortaya çıkartmıştır.
Takeda Sokaku korkunç bir dövüşçüydü. Kılıç taşımanın yasak olduğu yıllarda hep yanında ucu sivri bir kamış taşırdı. Daito-Ryu’nun olduğu kadar kılıcın özellikle de Ono-ha Itto ryu’nun ustasıydı. Temel olarak Jujutsu’nun çıplak el tekniklerini öğretirdi fakat arada sırada mecburen silah teknikleri de göstermesi gerekiyordu. O zamanlar teknikler görülse de onların size öğretilmelerini isteyemezdiniz.
Sonrasında Kisshomarui Kashima Shinto Ryu çalıştı. O-Senseinin kızı da, sonradan çok büyük bir Kendo ustası olacak olan Nakakura Kiyoshi ile evlendi. Öğrencilerinden Sugino, Yoshio ve Mochizuki Minoru’da aynı zamanda Kashima Shinto Ryu çalışıyorlardı. Gördüğünüz gibi O-Sensei hayatı boyunca sürekli olarak kılıç ustalarıyla birlikteydi. Sanatı işte bu araştırmaların ve tanışıklıkların meyvesidir. Bu sayede yeni şeyler keşfediyor, öğrendiği şeylerin üzerine kişisel tekniklerini de ekleyerek dönüşüyordu. Budo çalışıldığında sekiz yönü ve çevremizde gelişen ilginç şeyleri görmeyi bilmeliyiz. Gözlerimizi dört açmalı ve çevremizde olanları iyi süzerek faydalıyı saklamalı faydasızı bırakıp atmalıyız. İşte bu şekilde yaşamalıyız. O-Sensei tarafından bu şekilde eğitildik ve öğrenmek için yüreklendirildik; kendi kendimize aramayı ve anlamayı öğrendik.
O-Sensei Ichi no tachi gibi katalar yarattı mı ?
Bunlar Saito Sensei’nin yaratımları. O-Sensei shochikubai ken’ini gösterirdi fakat bu gibi katalar öğretmezdi. Osaka’da yaşayan Hirokazu Kobayashi hoca silahlı çalışmalar konusunda çok tecrübeliydi çünkü ileri seviyede Kendo çalışıyordu. Kendisi varlıklı bir aileden geliyordu ve kurucunun seyahatlerinde çoğu zaman yarenlik ediyordu. Ben O-Sensei’ye Tokyo’dan ayrılırken refakat ediyordum ve Kobayashi Sensei bizi Osaka’da karşılıyordu. Bizi çok kaliteli restoranlara götürüyordu ve ben de bu durumdan dolayı mutluydum (gülüyor). Bana Saito Sensei’ye kurucunun hareketlerinden gördüklerini yaparken düzeltmeler konusunda sık sık yardımcı olduğunu anlatırdı. O zamanlarda O-Sensei sadece uygulamalı eğitim veriyordu. Biz atak yapıyorduk o vuruyordu. Birden darbeyi yiyiveriyorduk; o da bize bu şekilde olursa başka yol olmadığını söylüyordu. Acı veriyordu ama etkili bir yöntemdi. Kobayashi Sensei kılıç konusunda büyük bir deneyime sahipti ve özellikle Saito Sensei’ye çalışmalarında çok yardım etmişti.
Saito Sensei bütün silah tekniklerini bir araya toplamayı çok istiyordu. Iwama’da evi bulunan O-Sensei’ye çok yardımı dokunmuştu. Aynı zamanda gündelik yaşamında tren kondüktörü olduğundan bu onun için çok zor oluyordu. Biz çalışmıyorduk ve yaptığımız işe odaklanabiliyorduk faka onun işi bizim kadar kolay değildi. Bir çoğu için bu dönemler çok zor dönemlerdi.
Osensei ne Iwama ’da ne de Hombu dojo’da kata dersi vermiyor muydu yani ?
Hayır. Ikkyo bile çalıştırmıyordu ! Bazen canı istediğinde düzeltiyordu hitoemi anlatıyordu. Bunun gibi şeyler. Okullardaki gibi bir yöntem uygulamıyordu yani…Biz de kendi kendimize neden açıklama yapmadığını soruyorduk (gülüyor). Açıklamalar olmaksızın nasıl başarılı olabiliriz ki diyorduk kendi kendimize. Tabii ki o olayları çok da gelişmiş ve çok daha geniş bir perspektiften görüyordu. Biz akademik bir tartışmayı dinleyen ve tam olarak ne dendiğini anlayamadığını söyleyen anaokulu çocukları gibiydik. Zamanla bazı şeyleri anlayabildik.
Çalışmalarınız sırasında silahlarımızı kesinlikle birbirine vurmazmışsınız. Acaba Osensei de bu şekilde mi çalışıyordu ?
Bunu filmlerde görüyoruz. O-Sensei hiçbir zaman silahları birbirine çarpmazdı. Eğer çarpışırsa blok alındığını anlardık ve blok alınması da kesilmiş olduğu anlamına geliyordu.
Osensei ne tür bir bokken kullanırdı ?
Saito Sensei Iwama diye anılan kalın bir bokken tasarladı. O-Sensei ise genellikle Yagyu tipinde, kokutandan (abanoz) yapılmış görece daha ince, harika bir bokken kullanıyordu. Başka birine verdiğini fark edene kadar bana vermesini çok istediğim bir bokkendi ! Çok cömert biriydi ve elindekiler kolayca başkalarına verirdi. Şüphesiz ki O-Sensei gençken daha farklı şeyler kullanıyordur fakat ben uchideshisiyken genelde hafif silahlar kullanırdı. En çok tercih ettiği bokkeni Yagyu shinkage ya da Jiki shinkage tipinde ince ve uzundu. Sadece tanren için kalın ve ağır bir bokken kullanmaktaydı. Tada Sensei onu tek eliyle kolayca kullanabiliyordu ! O-Sensei’nin arkasında bir çok bokkenin bulunduğu ünlü bir fotoğrafı vardır. Ben uchideshi olduğumda böyleydi. O arkada görünen bokkenleri kullanırdık.
Jodo ile aikido jo’su arasında ortak noktalar var mı ?
Hayır birbirlerinde çok farklılar. Aikidoda kullanılan jo’nun temelinde mızrak teknikleri varmış gibi gözüküyor. Ve aynı tip hareketleri gördüğümüz de bir gerçek. Oysa ki Osensei silahlarla sanki elleri boşmuş ve çıplakmış gibi çalışırdı.
Aikido kılıcı ile Kendo ya da Iaido kılıçları birbirinden farklı mıdır ?
Teknik olarak farklı olsalar da özünde birbirlerine benziyorlar. Maalesef ki günümüzde Kendo kılıçları artık kesmiyor. Karşılaşmalarda dokunmak yetiyor. Kendo bazı şekillerde, hayati olmayan bir noktaya dokunularak puan kazanılan ve gerçek hayatta savaş alanında alınacak darbeyi gösteren, batıdaki eskrimin etkisinde kaldı. Bu disiplinler bugün ilk dokunanın kazandığı birer oyuna döndüler.Kendo daha çok geleneği korumaya çalışan bir “yol”dur fakat karşılaşmalar onun Budo’nun özünden ayrılmasına neden oldu. Esneklik temelleri üzerine kurulu olan Judo da günümüzde özünden uzaklaştı. Bugün baktığımızda yarışmacıların sadece bir iki tane teknik bildiklerini ve durumun uygun olmamasına karşın bunları “kaba kuvvet ” kullanarak uygulamaya çalıştıklarını görüyoruz. Bu madalya kazanmalarını sağlıyor…Bu disiplinler ne olursa olsun kazanmak gerek düşüncesi nedeniyle özlerini kaybettiler.
O-Sensei jo ve bokken dışında da silah kullanır mıydı ?
Uzunca bir süre mızrak (yari) kullandı. Bu nedenle dojoda sıklıkla kullandığı bir “yari” bulunuyordu. Başlangıçta, çıplak elle yaptığı tekniklerin tanınmasından önce ustalıkla kullandığı bu silah sayesinde ünlü olmuştu gibi görünüyor. Aynı zamanda askerde de süngü kullanmasını öğrenmişti. Bundan başka 30’lu yıllarda çekilmiş bir filmde de bu konuyla ilgili bir gösteri yaptığını da görüyoruz.
O-Sensei aynı zamda Tanto Dori de çalışır mıydı ?
Onu çalışırken hiç görmedim. O zamanlar yakuzalar bıçakla dövüşürlerdi. Bir gün bir kavgacı bu tip bıçak saldırılarına karşı ne yapmak gerektiğini sormuştu. Bu çalışmayı sempailer icat ettiler. Gösteriler için görsel olarak çok güzeldi.
Yeni başlayan biri için tekniklerin altında yatan teorilerin ve tekniklerin düzgün bir biçimde yapılması üzerine yoğunlaşmak mı yoksa vücudun doğru olarak kullanılması mı daha önemlidir ?
Başlangıçta bunların bir olarak düşünülüp yapılması zor olsa bile ilk günden ikisine de dikkat etmek gerekir.
Teknikler parçalara ayrılarak mı yoksa bir bütün olarak mı çalışılmalıdır ?
Bütün vücut bir uyum içinde hareket etmelidir. Bir hareket eğer devam etmiyorsa işlemez. Elleri ve ayakları aynı anda kullanmak zor gibi görünse de aslında o kadar da zor değildir. Anlamanın bölünmeye dönüşmemesi gerekir. Yani “Wakaru”’nun Wakeru”ya dönüşmemesi gerekir (Burada bir kelime oyunu vardır. “Wakaru” anlamak kelimesini ifade ederken “Wakeru” bölünme anlamındadır. Bizim yolumuzda tekniklerin bölünmesi fikrinin yeri yoktur. Eğer bisiklet kullanmayı öğrenirken hareketleri bölerseniz; yani önce pedal çevirmeyi, sonra gidonu tutmayı sonra frenleri kullanmayı öğrenmeye çabalarsanız bisiklet kullanmayı öğrenmeniz imkansız olacaktır ! (gülüyor). Aikidodaki teknikler de aynı şekilde işler. Hepsi bir bütünlük içinde çalışılmalı,öğrenilmeli ve anlaşılmalıdır. Şayet hareketleri parçalara ayırarak öğrenmeye yönelirsek parçalar arasında zaman kaybı olacak bu da teknikleri uygulanamaz kılacaktır. Bu çok zor bir öğrenimdir fakat bir alternatifi yoktur ve kaçınılmaz olarak kabul edilmelidir. Bu biçimde çalışırken başlangıçta gecikmeler olacaktır fakat zamanla vücut nasıl tepki vereceğini öğrenecek ve çözümü kendiliğinden bulacaktır.
Çalışmalar kotai, jutai gibi etaplardan geçilerek mi yapılmalıdır ?
Bu gibi safhalar vardır fakat bu terimlerin anlamları konusunda yanılgıya düşmemek gerekir. Kelimelerin tam karşılıkları varmış gibi görünse de aynı zamanda anlamı sınırlandırmaktadırlar. “Kotai” sert çalışmayı ifade etse de genelde sıkı çalışmak olarak çevrilmektedir. Bu tamamıyla yanlıştır. Bu sert çalışma sırasında uygulama esneklikle yapılmalıdır. Aynı şekilde genellikle yumuşak çalışma olarak çevrilen “jutai” de kibarlığın eşanlamlısı olmamalıdır.
Bunu arınmış ve akıcı çalışmaya geçmeden önce öncelikle temel olan sadeleştirilmiş biçimi öğrenilen kaligrafiyle karşılaştırabiliriz. Bu aynı zamanda vücut gibidir. Merkezde kemikler bulunur. Sonra et gelir. Biri diğerinden bağımsız iş görmez. Şu halde kotai çalışmaya başlarken bile jutainin başlangıcındaki yumuşaklık var olmalıdır. Sonrasında ryutai (hızlı çalışma) çalışması ve nihayetinde hareketin başladığı andan itibaren karşımızdakini yönlendirdiğimiz kitai çalışması gelir.
Aikidoda da geleneksel öğretim anlayışı olan “Shu ha ri” uygulanıyor mu ?
Chado olsun (çay’ın yolu) Kado vb. olsun (çiçek düzenleme) bütün geleneksel tekniklerde uygulanır. Bütün bu “yollar” bu şekilde öğrenilir ve bu safhalardan geçer. “SHU” teknikleri tam olarak yapana dek öğretmenin eğitimini titizlikle takip etmektir. Bu seviyeye ulaşıldığında şu ya da bu değişikliklerin ne anlama geldikleri görülmeye çalışılır. Kabuktan sıyrılınıp eğitime devam edilir. Bu “HA”dır. Son olarak uyuşmazlıklar ortadan kalkar ve teknik artık senin olur. Bu “RI”dir. Ama bugün insanlar hemen “Ri”den başlamak istiyorlar (gülüyor). Öğretmenleri gibi yapamıyorlar ve sonrasında başka bir yol arıyorlar. Bir şeyi beceremiyorlar sonra başka bir şey deniyorlar. Bu durumda başka bir şeyi başlangıcından itibaren yapmak en iyisidir. İnsanları düzelttiğimde bana yapamadıklarını söylüyorlar; bu imkansız. Kolayca yapabildiğiniz bir şey yapmaya devam etmek hiçbir işe yaramaz. Eğitim yapamadığınız bir şeyi başarmaya çalışmak üzerine kuruludur ! Kestirme yol yoktur.
Aikikai’ de Ukemi ((düşüşler) öğrenimi nasıl geçerdi ?
O dönemde hiçbirimiz özel olarak düşüş dersi almadık. Judo, Karate, Kendo gibi savaş sanatları konusunda deneyimli olduğumuzdan bu konu hakkında hiçbir çalışmamız olmadı.
Düşüşlerinizde Judo’da olanın aksine hiçbir ses duyulmuyor.
Judo’da bize bu şekilde düşerek etkiyi azaltmamız öğretildi. Buna karşın Aikido’da tatmiye düşüyormuşuz gibi düşünülmez. Taşın üzerine düşülüyormuş gibi düşünmek gerekir. Sakatlanmaları önlemek için yumuşakça düşmek önemlidir. O-Sensei sıklıkla örnekler gösterirdi ve biz de kimi zaman küçük çakıllar üzerine düşmek zorunda kalırdık. Ses çıkartmaktan daha çok düşüşümüzü mümkün olduğunca yumuşak yapabilmenin yollarını arardık. Buna karşın tatami üzerinde yaptığımız gösterilerde izleyenleri etkilemek amacıyla gönüllü olarak yüksek ve gürültülü düşüşler yapıyorduk tabii ki (gülüyor).
Genelde Torinin çalışması üzerinde durulur Uke pek anlatılmaz.
Ukemiler ve ukenin çalışması vücudu korumaya yönelik hareketlerdir. Bunlar tek başına anlaşılması gereken şeylerdir. Şayet iyi duruma gelinirse karşı teknikler de yapılabilir olur (kaeshi waza).
Yaptığınız hazırlık egzersizlerinin tekniklerle ilgileri var mı yoksa sadece vücudu esnetmeye ve ısıtmaya yönelik hareketler mi ?
Yaptığım “Ikkyo undo” gibi hareketler O-Sensei’nin de yaptığı ve gençler için çok yararlı hareketlerdi. Çocuklar da bunları çok beğeniyordu. Şimdi ise yaşlandım ve artık vücuduma karşı daha hassasım. Şu ya da bu egzersizin hangisinin daha uygun olacağını hissedip hazırlığı şekillendiriyorum. Bunu sıklıkla tekrar ediyorum ama bunlar benim zaman içinde keşfettiğim ve huzurlu biri olmamı sağlayan şeyler. Aslında çok ilginç bulduğum bir çeşit Çin jimnastiği çalışıyorum. Benim insanlara bir tavsiyem herkes kendine uygun olanı arasın. Egzersiz, başlangıçta her ne kadar sağlık kazanmak için yapılıyor olsa da; zamanla vücudu tanımaya yönelik hale gelmelidir. Eğer gerçekten dikkat edilirse bir gün bize kolaymış gibi gelen bir hareket ertesi gün zor gelebilecektir. Vücut sıra dışı bir şeydir ve onu dinlemeyi öğrenmek gerekir. Şöyle durursam (Tamura Sensei bozuk bir biçimde oturuyor) enerjinin doğru dolaşmadığını hissediyorum. Şu şekilde oturduğumda ise (Tamura Sensei çok düzgün bir biçimde oturuyor) kendimi net olarak daha iyi hissediyorum. Doğru bir hareket hoş bir duyguyla bağlantılıdır. Bedenlerimiz kendi içlerinde düzgün duruşun kayıtlarını barındırırlar. Doğal olmayan her şey bedende bir ikileme neden olur. Bize rahat gibi görünen kimi pozisyon genelde yanlıştır ve organizmaya doğal olarak işleme izni vermezler. En doğru olan pozisyonlar sağlık için de en iyileridir. Hiçbir güç kullanmazlar ve süre ne kadar uzun olursa olsun insanı yormazlar. Eğer oturuşunuz düzgünse nefes alış verişiniz düzenli olur ve bedeniniz gevşer. Bu nedenle “kokyu ho “ egzersizi çok önemlidir. Onda da aynı zazen ve yogadaki gibi bir arayış söz konusudur. Budokalar da yogiler ya da zen keşişleri gibi bir duruşa sahip olmalıdırlar. (…)
Atemiler Aikido çalışmalarında önemli midir ?
O-Sensei bize “Aikido irimi ve atemidir.” derdi. Tabii bu gibi şeyleri öğrencilere söylerseniz sadece atemi ve irimi çalışırlar ! İnsanlar bu şekildedir. Atemi çalışmalara dokunulmadan dokunabileceğimizi ifade eder. Tekniği bu şekilde yaptığımızda atemi alma riskimiz düşer ve istediğimiz zaman vurma şansına sahip oluruz. İşte ateminin ana ruhu budur. Bir gün bir güreşçi gelerek O-Senseiyi arkadan tuttu. O-Sensei gülümsedi ve dalga geçerek iki parmağını güreşçinin gözüne soktu. Antrenmanlı olmasalar da parmaklar kolayca göze girebiliyordu. Bu gibi sahnelere tanıklık ettikçe O-Sensei’nin bize aktarmaya çalıştığı şeyi anladım. Aksi halde bir köşeye geçip bir makiwara üzerine sertçe vurarak çalışmaya başlayabilirdiniz. O zamanlar bizim yaptığımız da buydu (gülüyor).
“Musubi”nin anlamı nedir ?
Aiki musubidir. Bunun aynı zamanda doğum ve yaratım gibi de bir anlamı vardır. İçinde saklı bir çok anlamı vardır. Bunu sadece bir tarza indirgeyemeyiz. “Takemusu”da da karşılaştığımız “musu” budur. Çünkü var olan her şeyde bir birleşme vardır. Bunun için kadının ve erkeğin birleşmesinden çocuk doğar; yeni bir şey hayat bulur. Kendimizi emsalsiz, yabancı, farklı düşünürsek hiçbir şey doğamaz. O-sensei aynı zamanda öğretmek istediği de buydu. “Ame no ukihashi ni tatete” (cennetin dalgalanan köprüsünde durmak) derdi. O zamanlar ne demek istediğini birbirimize soruyorduk (gülüyor). Bugün ise ne demek istediğini daha iyi anlıyorum. Gökyüzüyle yer yeryüzü arasında bizim de bağı haline dönüştüğümüz bir köprü var.
Budo bir arınma yoludur. “Misogi harai”dir. Bu karşınızdakini yok ettiğiniz bir yol değildir. Bu, zafer ya da yenilginin dışında bir yoldur. Musubi düşüncesinden bize anlattığı şey buydu.
Evladını koruyan bir anne “bu”nun açık bir ifadesidir ve aynı zamanda Aikidoda da “ai”’ ile aynı anlamdadır. Bu karşısındakini yok etmeyi arayışın kesin karşıtıdır. Kuşkusuz bu bizim için anlaşılmazdı. Tekrarlamak gerekirse bu anaokulu öğrencilerinin akademik bir tartışmayı dinlemesi gibiydi (gülüyor). Eski çağlarda büyük ustaların çalıştığı çıplak elle dövüş kazanmaya olanak sağlayan “Mutekatsu” okulundan bahsediliyor. Diğer uchi-deshilerle “muteki”, silahsız olarak dövüşmek için olağanüstü bir seviyede olmak gerektiğini konuşurduk hep. Osensei için muteki silahın olmaması demekti ve hepimiz aynıydık. Silahsız ve eşitlik ilkesiyle çatışma oluşmaz; ne kazanan ne de kaybeden vardır. Olağanüstü bir eğitim alıyorduk ama kördük. Cahilliğimizin ağırlığını kendi öğrencilerimize de taşıdık tabii (gülüyor) !
Bugün birçok Aikido şekli var. Bu iyi bir şey mi? Osensei bir referans olarak kalmalı mı?
Aikido Osensei’nin bir yaratımıdır. Shin aikido (yeni aikido) Tamura ryu (Tamura ekolü) ya da diğerleri olmamalı. Aikido aikidodur. Yapılması gereken Osensei’nin uygulama seviyesine nasıl gelinebileceğini aramaktır. Aynı fincan çay yandan, alttan ya da üstten birbirinden tamamen farklı görünümlere sahiptir.
Bugün kendisinin doğru olduğuna inanmış olan herkes bölünmüş bir bakış açısı nedeniyle diğerleriyle çatışmakta ve Osensei’nin öğretisine de ters düşmektedir. Kişinin kalbini açarak şu ya da bu bakış açısının da ilginç olabileceğini görmesi gerekir. Her ne kadar temellere devamlı saygılı olunsa da kendi kesinliği içine hapsolmamalıdır.
Osensei aikidonun diğer geleneksel öğretilerle bağlantılı olduğunu düşünür müydü ?
Bu konu hakkında açık açık konuşmazdı fakat sıklıkla kaligrafi yapardı. Başlangıçta yazdıklarının çok da kötü olmadığını fakat bir çocuğun elinden çıkmış gibi göründüğünü düşünüyordum. Bir gün kaligrafide çok ünlü olan bir usta çalışmasını gördü ve : “Bu olağandışı, bunu kim yazdı ?” diye sordu. Zaman içinde yazısı daha da ilginç bir hal aldı. Kaligrafisi çok beğeniliyordu. Kaligrafiye baktığınızda onu yazanın kalbini görürsünüz. O halde gerçek bir usta hangi alanda kendini ifade ediyor olursa olsun belli olur diyebiliriz. Aksi durumda düzenbazcıdır (gülüyor).
Konuyu dağıtmamak gerekirse bana öyle deliyor ki bir usta seçtiği “yollarda” kendini belli eder.
Aikido’ nun köklerinden birisi de Daito Ryu’dur. Osensei çalışmasını nasıl geliştirdi ?
Başlangıçta Osensei tam olarak Daito Ryu öğretiyordu. Sonra özellikle dini inanışlarının etkisiyle yavaş yavaş yaşama bakışının değişmesi ölçüsünde çalışması da gelişti. Bu değişiklikler bir anda olmadı. Seviye seviye ve çoğu zaman da dışarıdan fark edilemeyecek bir değişimdi.
Dışarıdan aynıymış gibi görünebilen ikkyo’ su farklı bir beklentiyle desteklenmekteydi.
Aikido ’dan önce başka bir savaş sanatı çalıştıız mı ?
Okul yıllarında bir taraftan Judo yaparken diğer yandan da babamın bir arkadaşının eğitimini verdiği Kendo ile ilgilendim.
Aikido ’ya nasıl ve ne zaman başladınız ?
Aikido’ dan bahsedildiğini duymuştum ve o dönemlerde Judo’da da pek iyi değildim. Herkesi yenmek için çok olağandışı olduğu söylenen bu Budo’ yu denemek istedim (gülüyor).
O zamanlar bir gününüz nasıl geçmekteydi ?
06:30’da bir antrenman vardı. Dojo’ da kaldığımız için kalkmak yatakları ve ortalığı toplayabilmek için çok erken kalkmamız gerekiyordu. İlk öğrenciler tarafından uyutulup kaldırılan olduğumuz sıklıkla oluyordu. Sonra 08:00 – 09:00 antrenmanı vardı. Ardından kahvaltımızı yapıyorduk. Gündüz işlerimizi yapıyor akşam tekrar antrenman yapıyorduk. Sonrasında yavaş yavaş ders sayısı arttı. Ben aynı zamanda seyahatlerinde Osensei’ ye eşlik ediyordum.
Osensei seyahatte nasıldı ?
Örneğin trenle gidilecekse bilet almak gerekiyordu. Tabii ki kuruk oluyordu. Osensei beklemeden giderdi.Aynı zamanda bavullar da vardı.Taşıyıcılar vardı ama hiçbir şey yokmuş gibi yürüyen bir büyükbabayı kimse durdurmuyordu. Ben panik yapardım çünkü ufak tefek olduğu için onu görmek zor oluyordu. Sonunda kalabalığın içinde onu bulurdum ve trene binerdik. Dönüşünde Tokyo’da uchideshi’ lerin onu karşılaması gerekirdi. Tabiî ki hangi vagonda olduğunu bilemezdik. Sadece hangi trenle geleceği bilinirdi. Garın girişinde durup gelenler arasından onu fark etmeye çalışılırdı. Çoğu zaman onu bulduğumuzda taksiyle gitmiş olurdu ve dönüşümüzde bize uzun uzun öğütler verirdi ! Her şey bize bir antrenmandı.
Osensei aynı zamanda ansızın karar verirdi. Bir gün benden bir taksi bulmamı istedi çünkü Shibuya ’ya doğru yola çıktık; Korindo isimli dini bir yapıya gitmek istiyordu. Taksi şoförü neresi olduğunu bilmiyordu. Osensei sinirlenmişti. Sonunda gidiş yolunu kendisi hatırladı da istediğimiz yere varabildik. O gün gideceğimiz yerin güzergahını önceden öğrenmem gerektiğini anladım. Bu çok güzel bir dersti.
Siz uchideshi iken Osensei nerede ikamet ederdi ?
Her yerdeydi ! Bir hafta burada bir hafta orada… Siz onun Tokyo’da olduğunu düşünürken o çoktan Osaka ’ya gitmiş olurdu. Kansai ’de olduğunu düşünürdünüz aslında o Iwama ‘da olurdu. Iwama’da kalacağınuı düşürken bir telefon gelir onu garda karşılamanızı istenirdi ! Aynı zamanda sıkça Hikitsuchi Michio’ nun yanına Kyushu ’ya giderdi. Bu tarz ona şüphesiz ki bir hafta orada bir hafta burada eğitim veren Takeda Sokaku’dan miras kalmıştır. Yerinde duramayan bir yapısı vardı.
Bu dönemlerde hiç zorluk çektiğiniz zamanlarınız olmadı mı ?
20 yaşındayken hiçbir şey zor gelmez. Paramız olmadığı için pazara gider atılmak üzere kenara ayrılmış sebze yapraklarını toplardık. Bazen pazarcılar bize ellerinde kalan malları verirlerdi. Onlara :” Bu muz çürümeye yüz tutmuş görünüyor. Onu satabileceğinizi düşünmüyorum.” Derdim. Onlar da bana: “ Evet onu almandan başka şansımız yok ! ” derlerdi. Ameyoko ve Ueno’da şimdi kapanmış olan mağazalar vardı. İçinde bir çok genç kızın çalıştığı bir pastacı vardı. Noel akşamı yemeğinden sonra pasta satışları düşerdi biz de bunu fırsat bilerek kalan pastaları toplardık. İşte böyle zamanlardı.
Kuwamori dojo ’da henüz 1inci dan olmadan 5inci danlara ders verdiğiniz anlatılıyor ?
Evet bu doğru…Uchideshi idik ama fazla bir şey bilmiyorduk. Bizi eğitim vermemiz için şuraya buraya yolluyorlardı. Hatta beni orduda ders vermem için bile gönderdiler. Orada Sasaki sensei ile tanıştım. O gerçekten olağanüstü bir insandı. Sonrasında bir casusluk okulu açtı fakat haber Time dergisinde çıkınca kapatmak zorunda kaldı. Japonya’yı terk ettiğimde ondan Aikikai’de yerimi bir yıllığına doldurmasını istedim. Bu 40 yıl sürdü (gülüyor).
(…)
Yakın zaman önce Yamada Sensei sizin 9uncu Dan’ı reddettiğinizi yazdı. Neden reddettiniz ?
Osensei bize aikido’nun 8inci Dan’a kadar olduğunu söylemişti. Çünkü 8 bizi tekrar başa döndüren bir döngünün sonuydu. 8’in Japonya’da pozitif bir anlamı vardır; yazı karakteri bir açılımı simgeler. Ondan sonra başa dönülür. Bize anlattığı ve benim de kendimce açıkladığım işte buydu. Bana Japonya’dan 9uncu Dan vermek istediler. Bu beni rahatsız eden bir pozisyona soktu (gülüyor). Onlardan bu payeyi ancak ben öldükten sonra vermelerini rica ettim. Maalesef ki ben de onları zor duruma sokmuş oldum. Şimdi onlar benden daha genç ve 9uncu Dan olmayı çok arzu eden öğrencileri sabrettirmek zorun kaldılar. Kendi kendilerine “Tamura sempai neden bunu kabul etmedi ki ?“ diye sorabilirler. Kuşkusuz ki bu, Doshu’ya göre bir sorun oluşturmuyor. Öğrencilerime işlerin artık değiştiğini ve bana 9uncu dan vermek istediklerini söylemek bana çok zor geliyor (gülüyor). Doshu’nun canını sıktık ve beni de gerçekten rahatsız etti. Umarım bu konu da burada kapanır.
Son olarak öğrencileriniz için dilekleriniz neler ?
Aikido dolu dolu, mutlu bir hayat yaşarken doğru insan olmayı ve kendini keşfedip geliştirmeyi sağlayan bir yoldur. Tüm öğrencilerim benim çocuklarım gibidir. Dilerim ki hepsi mutlu ve sağlıklı bir yaşam sürerler. Umarım ki mutluluğa giden yolu bulurlar ve yaşama veda zamanı geldiğinde acı çektiğimize değdi diyebilirler. Benim insanların aikido çalışarak varabilmelerini dilediğim yer budur.
Teşekkürler sensei
Çeviri: Onur ARTUNER
Yazının orijinali için :
http://www.tsubakijournal.com/article-7142924.html
Her hakkı Sakura Aikido Spor Kulübüne aittir izin alınmadan veya kaynak gösterilmeden kullanılması ve kopyalanması yasaktır.